Sessizlik Çağı – Bölüm 1: Sessizliğin Başladığı Gün
- Arda Ergün
- 25 Mar
- 3 dakikada okunur

Yazan: Arda Ergün
"Sessizlik Çağı, Eryan’ın kendi sesiyle hayatta kalmaya çalıştığı bir dönemi anlatıyor."
| “Bazen bir ülke değil, bir sessizlik yönetir insanları. Bir çığlık değil, bir suskunluk belirler kaderi.”
Zaman 2091…
Konuşmanın tehlikeye, sessiz kalmanın alışkanlığa dönüştüğü bir çağda geçiyor bu hikaye.
Eryan, bir fabrikanın makineleşmiş çarkları arasında, insan kalmaya çalışan bir işçi.
Sorgulamak yasak, hatırlamak suç.
Ama o yine de yazıyor.
Çünkü biliyor ki:
Yazan biri varsa, henüz hiçbir şey bitmemiştir.
Sabah 06:42. Güneş doğmadı.
Artık güneş bile doğa yasalarına göre değil, Merkezi Işık Komisyonu’nun takvimine göre beliriyor. Bugün ışığın başlaması saat 07:00 olarak programlandı.
Gerekçe: ''Halkın psikolojik dengesi için bilimsel ayarlama.''
Gerçek: ''Karar halkın değil. Kararın halkla ilgisi bile yok.''
Benim adım Eryan. 35 yaşındayım.
Ama artık bu sadece bir yankıdan ibaret.
Sisteme göre ben: 59-E-RY-091
Kodumu her dijital geçişte okuturken adımı değil, sadakatimi gösteriyorum.
Ad bir kimlik değil; bir izin belgesi.
Seçenek yok. Sadece uyum var.
"2091 yılında, Sessizlik Çağı’nın tam ortasında, insanlar artık çalışmıyor—mekanizma gibi itaat ediyor."
Ben bir fabrikada çalışıyorum.
Verimli Yaşam Merkezi – 17/B.
Eski dilde “Gıda Üretim Tesisi” denirdi. Şimdiyse bizimkine ''Verimli Yaşam Destek Ünitesi'' diyorlar. Sentetik gıda kapsülleri üretiyoruz. İnsanlar artık yemek yemiyor; dozlanmış besin alıyor. Tadı yok, kokusu yok, ama kalorisi sabit. Tat hafızasını kaybetmiş bir toplum için yeterli sayılıyor.
Fabrikada herkes aynı tempoda, aynı açıda, aynı sırada hareket eder. Kimse konuşmaz. Kimse göz göze gelmez. Gülmek zaten kurallara aykırıdır. Yorulduğunu belli etmek bile risklidir. Çünkü sistemin ritmine uymayan biri, “Uyum Dışı Davranış” etiketiyle fişlenir. Ve bu etiket bir kez sana yapıştı mı,seni bir daha sabah vardiyasında gören olmaz.
Muhtemelen ya işten çıkarılırsın, ya da senin kendi isteğinle ayrılman beklenen, "kendi kendini imha eden" bir bölüme atanırsın. İşsiz kalmak, bu dönemde intihar etmekle eşdeğerdir.
Yani uyumsuz görünmemenin en akıllıca seçenek olduğunu, çok geçmeden herkes öğrenir. Biz sadece var oluyoruz. Daha doğrusu, var olmaya çalışıyoruz. Sistemi taşımak için.
Bugün sokaklar sessiz.
Ama huzurdan değil…Sisteme tam uyumun sessizliği.
Yüksek sesle konuşmak, fikir belirtmek demek. Fikir belirtmek, sistemin sınıflandırmasına takılmak demek: Riskli, Sınırda, ya da Onaylı.
Sadece onaylı fikirler özgürdür. Diğerleri yalnızca hatırlanmakla bile cezalandırılır.
Çocukken annem bana şöyle demişti:
“Bir gün sen de kendi fikirlerini özgürce söyleyebileceksin.”
Annem bir gazeteciydi. Bir zamanlar.
Şimdi onun ne yaptığı, nerede olduğu bilmiyorum. Onun sadece yüzünü hatırlıyorum, sesini çoktan unuttum. Elimde eskiden kalma birkaç fotoğrafımız dışında hiçbir şeyim yok. Nereye götürüldü, neyle suçlandı, ya da hala hayatta mı—en ufak bir fikrim yok.
Sadece annem değil…Bir kuzenim, eski bir öğretmenim, komşumuzun kızı…Hepsi bir gün sessizce alındı ve bir daha haber alınamadı. Ve kimse gerçekten ne olduğunu sormadı. Çünkü bu artık sıradan bir şeydi. Sistemin soğukkanlılığı, toplumun alışkanlığına dönüştü.
İnsanlar artık götürülenin kim olduğunu değil, bir sonraki sıranın kendilerine gelip gelmeyeceğini düşünüyor. Kaygı, vicdanın yerini aldı. Bireysel güvenlik, toplumsal adaletin önüne geçti.
2091’de Bir Sabah
Haberler: Yalnızca ''ulusal başarılar''. Sorunlara yer verilmez.
Sosyal Medya: Devlet destekli Önerilen Görüşler akışı otomatik açılır.
Günlük Görev: Ruh haline göre seçilen bir motivasyon cümlesi gelir.
Benim bugünkü cümlem:
''Uyumlu olmak, başarılı olmanın anahtarıdır''
Kimse artık "neden" diye sormuyor. Çünkü neden demek, geçmişi hatırlamak demek. Ve sistemin en çok korktuğu şey: hatırlamak.
Ama ben hatırlıyorum.
Ve yazıyorum.
Ama özgürce değil. Karanlıkta, sessizce, duvarlara kulak vererek, gölgemi izleyerek...
Her kelimeyi yazarken aklımda aynı sorular dönüyor:
“Ya ben de alınanlardan olursam?”
“Alınırsam nereye götürüleceğim?”
“Oradan geri dönebilecek miyim?”
“Yoksa sadece bir dosya kaydına mı dönüşeceğim?”
Bu korkularla yaşıyorum.
Ama yine de yazıyorum.
Çünkü yazmaktan başka çarem yok. Konuşamıyorum. Haykıramıyorum. Birine güvenemiyorum.
Bu defterden başka sırdaşım kalmadı.
Ama bazen kendi kendime bile soruyorum:
“Neden hala yazıyorum ki?”
“Kim okuyacak bunları?”
“Gerçekten bir gün biri bulacak mı?”
“Ve bulsa bile... anlayacak mı?”
Yine de yazıyorum. Çünkü yazmazsam...Unuturum. Ve unutan biri, bu sisteme gerçekten ait olur.
Ben unutmamak için yazıyorum. Belki kurtulmak için değil ama…İnsanca kalmak için.
Bugün “Sivil Katılım Günü”.
Yani halk, sistemin sunduğu hazır cümlelerden birini beğenip oylayacak. Demokrasinin sürdüğü sanısı için…
Ama kimse seçtiği cümleyi bile anlamıyor. Sadece hangi renk daha parlaksa onu tıklıyorlar.
Buna burada Estetik Demokrasi deniyor.
Demokrasi güzel görünüyorsa yeterlidir.
Ama ben biliyorum: Demokrasi bir dekor değil. Cesaret gerektirir. Yanlışı kim yaptı diye değil, ne yapıldığına göre karşı çıkmak gerekir.
Ben Eryan. Bu deftere yazıyorum. Çünkü bir gün biri beni susturursa, sesim bu sayfalarda kalmalı. Belki bir çocuk bulur. Belki bir yabancı…Ama biri mutlaka sorar:
“Neden sustunuz?”
Ve o zaman, cevap veremeyecek olanlar değil…Konuşmaya cesaret edenler yazacak tarihin son cümlesini.
''Eğer biri bu defteri bulursa, Sessizlik Çağı 2091 hakkında gerçeği öğrenmiş olacak.''
Comments